Dünya-Ahiret Arasında Denge Müslüman olmak, Müslümanca yaşamayı gerektirir. Bu yüzden Müslümanın kendine özgü bir dünya görüşü, hayata bakışı vardır. Onun hayata bakış açısını Kur’an ve sünnet belirler. Kur’an ve sünnet açısından hayata bakışında ise bir denge ve ölçü vardır. Müslüman, dünya-ahiret, beden ve ruh, akıl-gönül arasındaki dengelere önem vermelidir. Zira bu dengeleri sağlıklı kurmak, hayatımıza ahenk ve huzur getirir. Dengeli ve ölçülü olmak da dinimizin tavsiyesidir. Nitekim Cenab-ı Hakk, inananlara; '...Ben sizi orta (yolda) bir ümmet kıldım...' (Bakara, 143) buyurarak ifrat ve tefritten olabildiğince uzak; hem akıl, hem his, hem de ruh yönüyle dengeli bir toplum olmamız gerektiğini vurgulamaktadır. Ayrıca bizler ibadet ve dualarımızda içerisinde, Kur’an ve sünnete göre dünya- ahiret arasındaki dengede ne dünya, ahiretin; ne de ahiret, dünyanın karşıtı, alternatifi değildir. Dünya ve ahiret birbirini takip eden iki gerçektir. Bu iki hayatı birbirinden ayırmak, bedenle ruhu birbirinden ayırmak gibidir. Her ikisi de bir bütünün yarısı ve biri diğerinin tamamlayıcısıdır. Çünkü ahirete giden yol dünyadan geçmektedir. Cennete de cehenneme de dünyadan gidilmektedir. Ahiret, insanın aşkın, sonsuz hayatıdır. Dünya ise ahirete açılan kapı ve ahiretin tarlası, hangimizin daha güzel ve ahlâkî amellerde bulunacağı bir sınav meydanıdır. Ayrıca imar etmemiz, üzerinde medeniyetler kurmamız ve güzellikleri teşvik, kötülükten sakındırma ile düzenlememiz gereken bir vazife zeminidir. (Hûd, 61; Mülk, 2) Bu açıdan Kur’an ve sünnet, bizlere iki hayat arasında denge kuracak yaklaşımlar sunar. Bu yaklaşımlar, dünya nimetleri ile olan ilişkilerimizi düzenler ve bu ilişkileri doğru ve ölçülü bir şekilde geliştirmemize rehberlik eder. Tüketim yarışı içinde, dünya ile öte dünya, hayat ile ölüm, akıl ile gönül arasına duvarlar ören günümüz insanının bu duvarları yıkmak için, daha derin, daha anlamlı, daha çekici ve daha güzel olan, ahiret hayatını gündeminden çıkarmaması ve orada sahip olabileceği ebedi güzellikleri kaçırmaması için, dünyevileşme konusunda dikkatli olması gerekir. Dünyevileşmenin panzehiri ahirete imandır. Zira ahiret- te hesap verme bilinci, Müslümanı her saat Yaratıcının karşısına çıkacakmışçasına bir hazırlık içinde kılarak, her anını şuurla izleyen, kendi kendinin bekçisi, gözcüsü yapar. Bu durum iyi bir otokontrol mekanizması olup, insanın yaşayışını büyük bir disiplin altına alır ve kişiye sorumluluk duygusu verir, ileride hesaba çekileceği büyük güne göre, insanlar ve tabiat ile ilişkilerini İlâhî ölçü temelinde yürütmesini sağlar. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de yüzden fazla terim ve deyim olarak ahiret inancı işlenmekte, konuyla ilgili ayetler hem Mekki hem de Medeni surelerde önemine binaen tekrarlanmaktadır. Söz konusu tekrarlarla konunun önemini vurgulamak, insanda sorumluluk duygusunu pekiştirmek, dünya ve ahiret dengesini kurmak amaçlanmaktadır. Kur’an’da kurulan dengeye baktığımızda; her iki dünyada bizlere dengeli olmayı önerir ve bizden sadece dünyayı veya ahireti istememizin doğru olmadığını beyan buyurarak, her iki dünyanın meşru güzelliklerini birlikte istememizi şöyle öğütlemektedir: 'Rabbimiz! Bize dünyada da ahirette de iyilik ver' (Bakara, 20; A’raf, 156) Görüldüğü üzere bu tür uyarı ve düzenlemelerin, insanı dünyadan uzaklaştırmak gibi bir amacı yoktur. Kur’an’ın ve Peygamberimizin dünyaya karşı uyarıları, onun nimetleri ile değil, insanın bunlarla ilişkisi, insanın zaaflarına, arzularına yenilerek sadece bu nimetlerin peşinde koşarak ahireti unutması, kişiyi Yüce Allah’a ibadet etmekten alıkoyması, imtihanı kaybetmeye götüren bir hayat tarzına, dünyevileşmesine yöneliktir. Derleyen: İbrahim ŞİMŞEK/ Din Hizmetleri Uzmanı
GÜNÜN AYETİ
“Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara ‘süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır. (Resûlüm!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takvâ sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan, ebediyyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah'ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür. (Al-i İmran 3/15)
GÜNÜN HADİSİ
'Ey müminler! Dünya arkasını çevirerek yel gibi esip gitmekte, ahiret de ona karşı aynı sür’atle gelmektedir. Bu iki âlemin insanlar arasında çocukları vardır. Ey Müslümanları Sizler, dünyanın değil ahiretin çocukları olunuz. Bu dünya iş günüdür, hesap günü değildir. Fakat yarın (ahiret) hesap günüdür, iş günü değildir.' (Buhârî, Rikâk, 4, VI, 1 71)
GÜNÜN DUASI
'Rabbimiz! Bize dünyada iyiyi, ahirette de iyiyi ver, bizi ateşin azabından koru. (Bakara, 2/201)
ESMAUL-HÜSNA
'En güzel isimler Allah'ındır. O halde, O'na bu güzel isimlerle dua edin...' (A'râf, 7/180) Fettâh: İyilik kapılarını açan; hakemlik yapan; bütün anlaşmazlıklarda hakemlik yaparak mutlak adâleti gerçekleştiren; zulme uğrayanlara yardım eden; mü’min kullarını zafere ulaştıran; mü’minlere mânevî kapıları açıp kalplerden kederleri gideren; her derde çare bulan; her türlü engelleri kaldıran demektir. Allah Teâlâ, yürekten, tasaları, kederleri giderendir. İnsanı sıkıntılardan kurtarıp göğsüne genişlik verendir. Kâbıd: Rızkı daraltan; canlıların ruhlarını alıp hayatlarına son veren demektir. Allah Teâlâ, istediğini sıkar, daraltır; istediğini genişletir. İstediğinden verdiği zenginliği, çoluk çocuğu, hayat zevkini, gönül ferahlığını alıverir.
BİR SORU BİR CEVAP
Soru: Oruç fidyesi kimlere verilebilir? Cevap: Oruç fidyesi, tıpkı fıtır sadakasında olduğu gibi onları verecek kişinin bakmakla yükümlü olmadığı yoksul müslümanlara verilir. Fıtır sadakası ve oruç fidyesini vermek durumunda olan kimsenin bunlardan doğrudan ya da dolaylı olarak yararlanmaması esastır. Zekât için de aynı kural geçerlidir. Bu sebeple bir kimse zekâtını, fıtır sadakasını ve fidyesini kendi usûl (üst soy) ve fürûuna (alt soy) veremez. Usûl, bir kimsenin anası, babası, dede ve nineleri; fürû ise, çocukları, torunları ve onların çocuklarıdır. Yine, bir kimse hanımına zekât, fitre ve fidyesini veremeyeceği gibi, hanımı da kocasına bunları veremez. Bunların dışındaki kardeş, teyze, dayı, amca, hala ve onların çocukları, gelin, damat, kayınpeder ve kayınvalide gibi akrabalar zengin değillerse kendilerine zekât, fitre ve fidye verilebilir (Zeylaî, Tebyîn, I, 301).
RAMAZAN MANİSİ
Müminler huzur bulur, Günahları affolur, Bayram günü gelince, Cehennemden kurtulur.
İFTAR VE SAHUR SAATİ
Manisa sahur: 04:25 Manisa iftar; 20:13 İFTAR DUASI VE ANLAMI 'Allahümme leke sumtu ve bike âmentü ve aleyke tevekkeltü ve alâ rızkuke eftartü ve savme'l-Ğadi min şehri Ramazane neveytü, feğfirli mâ kaddemtü ve mâ ahhartü.' 'Allah'ım! Senin rızan için oruç tuttum, sana inandım ve sana güvendim. Senin rızkınla orucumu açtım ve Ramazan ayının yarınki orucuna da niyet ettim. Benim geçmiş ve gelecek günahlarımı bağışla!'
KISSADAN HİSSE
KANUNİ İLE KARINCA Osmanlı Devleti’nin kudretli padişahı Kanunî Sultan Süleyman, Topkapı Sarayı’nın bahçesinde zaman zaman gezintiye çıkardı. Ağaçları, çiçekleri çok sever, sarayın bahçesinde kuş sesleri arasında denizi seyre dalardı. Bir gün yine bahçede dolaşırken meyve ağaçlarından birkaç tanesinde çürüme emareleri fark etti. Dikkatli inceleyince ağaçların karıncaların istilasına uğradığını gördü. Aklına ağaçları ilaçlayıp karıncalardan kurtarmak geldi. Ancak karınca da can taşıyordu. Bunun vebali olacağını düşünerek hocası Ebussuud Efendi’ye danışmak istedi. Hocasını odasında bulamayınca edebi üslupla bir soru yazıp odasına bıraktı. Sanatkâr ruhlu bir hükümdar olan Sultan Süleyman, mahir bir kuyumcu olmasının yanı sıra Muhibbi mahlasıyla şiirler de yazardı. Onun ince bir üslupla yazdığı sualini Ebussuud Efendi odasına döndüğünde gördü ve tebessümle okudu. Sonra Kanunî’nin yazmış olduğu satırların altına sualin cevabını yine şairane bir üslupla yazdı. Kanunî hocasına şöyle sormuştu: Meyve ağaçlarını sarınca karınca / Günah var mı karıncayı kırınca? Hocası Ebussuud Efendi ise şöyle cevap veriyordu: Yarın Hakk’ın divanına varınca / Süleyman’dan hakkın alır karınca
RAMAZAN SÖZLÜĞÜ
Hilal: Hicrî takvime göre her ay hilalin görünmesiyle başlar, hilalin yeniden çıkmasıyla da yerini bir sonraki aya bırakır. Çoğu ibadet için vaktin belirlenmesinde ölçü olan hilalin Ramazan özelinde taşıdığı anlam, oruç ibadetinin yerine getirileceği ayın başlangıcını ve bitişini belirlemede ölçü olarak kullanılmasıdır. Peygamber Efendimiz, hadislerinde “Yüce Allah hilalleri vakit ölçüleri kıldı. O halde hilali görünce oruca başlayın, onu tekrar görünce iftar edin” (Müsned, IV, 23, 321) ve “Hilali görünce oruca başlayın; onu tekrar görünce bayram yapın. Eğer hava kapalı ise içinde bulunduğunuz ayı otuz güne tamamlayın” (Buhari, Savm, 11) buyurmuştur. Not: Ramazan Sayfası Manisa İl Müftülüğü’nün katkılarıyla hazırlanmaktadır. Sayfa Sorumlusu: Dr. Ahmet ERDİNÇLİ/ Manisa İl Vaizi, iletişim; 0236 231 17 77