Manisa İl Müftülüğü 2023 Ramazan Sayfası-7
Hazırlayan: Sebahattin GÖKSU / İl Vaizi
29.03.2023 Çarşamba ( 7 Ramazan 1444 )
Günün Ayeti:
“Biz geceyi ve gündüzü (kudretimizi gösteren) iki alâmet yaptık. Rabbinizden lütuf isteyesiniz, yılların sayısını ve hesabını bilesiniz diye gece alametini giderip gündüz alametini aydınlatıcı kıldık. İşte biz her şeyi açıkça anlattık.” isra 12
Günün Hadisi:
“İki nimet vardır ki, insanların çoğu bu nimetleri kullanmakta aldanmıştır: Sıhhat ve boş vakit.” ( Buhârî, Rikak 1. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 1; İbni Mâce, Zühd 15)
Günün Duası:
Allah’ım! Kederden, üzüntüden, acizlikten, tembellikten, cimrilikten, korkaklıktan, borç yükünden ve insanların kahrından sana sığınırım. (Buhârî, Et‘ıme, 28)
Günün Makalesi:
‘’HAKKINI HELAL ET’’ / Abdurrahim HERGÜN / Salihli Cezaevi Vaizi
Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “Şüphesiz Yüce Allah, her hak sahibine hakkını vermiştir...” (Tirmizî, Vesâyâ, 5) buyurur . Bu ifadeden anlıyoruz ki Yüce Rabbimiz yeryüzüne yaydığı varlıkları yaratırken her birinin haklarını da adalet ve denge prensiplerine göre bizzat kendisi belirlemiştir ve dokunulmaz kılmıştır. Varlıklar arasında kıymetli bir konumda bulunan insanoğluna da dünyayı paylaştığı hemcinslerinin ve canlı cansız tüm varlıkların haklarına tecavüz etmemesi emredilmiştir.
Hakların en değerlisi şüphesiz yaşam hakkıdır. Hayatını kaybeden hiçbir canlıya bu hakkın tekrar teslimi mümkün değildir. Sebebi ne olursa olsun yaşam hakkının gasbedilmesi büyük bir vebal ve telafisi mümkün olmayan bir hatadır. Kur’an-ı Kerim’de bir cana kıymanın sanki bütün insanların öldürülmesi gibi olacağı, bir kişinin yaşamasına vesile olmanın da bütün insanları yaşatmak mesabesinde olacağı bildirilir.( Mâide, 5/32) Sevgili Peygamberimizin ifadesiyle, “Allah katında dünyanın yok olması, bir Müslüman"ın öldürülmesinden daha hafiftir.” (Tirmizî, Diyât, 7) Bir insanın yaşam hakkının yanında şeref ve namus gibi manevi değerleri de dokunulmaz birer haktır. Bu değerlere yönelik fiili veya sözlü her türlü saldırı da kul hakkı ihlali olacaktır. Dinimizde yasaklanmış olan gıybet,iftira,söz taşıma, alay etme gibi olumsuz davranışların her biri şeref ve şahsiyete yapılmış birer saldırı ve kul hakkıdır.
Hak ihlallerinin çokça yaşandığı bir başka alan da sahip olduğumuz mal varlıklarımızdır. Hırs ve tamahkarlıkla dünya malının daha fazlasını isteyen insan, kendinde olanla yetinmeyip başkasının elindekine göz diker. Bu hatasıyla fani dünyanın fani olan varlığı için kendisini ağır veballerin altına sokmaktadır. Yüce Kitabımızda “Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin….” (Bakara, 2/188) şeklinde uyarılırız. Peygamberimiz (sav) ise "Kim hakkı olmadığı hâlde bir karış yeri alırsa, kıyamet günü o arazi yedi kat yer(in dibine kadar) o adamın boynuna dolanır."( Müslim, Müsâkât, 138-139) buyurarak böyle bir durumda ahrette karşılaşılacak olan akıbeti hatırlatır bizlere.
Müslüman dünyayı paylaştığımız hayvanlar, bitkiler hatta cansız varlıkların haklarını dahi gözetir. Sevgili Peygamberimiz (sav) hayvanlara yapılan her zulmün hesabının görüleceğini haber verip;“Bu dilsiz hayvanlar hakkında Allah"tan korkun...” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 44) uyarısını yapar. Aynı zamanda “Her canlıya yapılan iyilikte bir sevap vardır.” (Buhârî, Müsâkât, 9) diyerek mü’minleri tüm varlıklara iyilikte bulunmaya teşvik eder.
“Allah'ın huzuruna, hiç kimseye haksızlık yapmammış olarak çıkmayı umuyorum.” (Ebû Dâvûd, Büyû’ (İcâre), 49.) buyuran Allah Rasulü (sav) “Kıyamet günü müminler ateşten kurtulurlar ve cennetle ateş arasındaki bir köprü üzerinde durdurulurlar. Orada, dünyada iken aralarında meydana gelmiş haksızlıklar için kısas yapılır. Nihayet haksızlıklardan temizlendikleri ve pâk oldukları zaman cennete girmelerine izin verilir.” (Buhârî, Rikâk, 48.) diyerek hakkına girdiğimiz kişilerle ahrette mutlaka karşılaşacağımızı haber vermektedir.Ahiretteki hesaplaşmanın nasıl olacağını ise şöyle anlatır; “Âhiret gününde ne altın ne de gümüş para vardır. Bu nedenle haksızlık yapanın iyilik ve sevapları varsa bunlardan alınıp hak sahibine verilir. Şayet sevabı yoksa mağdur ettiği kişinin günahlarını yüklenir.”( Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 2)
İnsanoğlu tabiatında bulunan menfi duygularını Yüce Rabbimizin ihsanı olan akıl ve irade ile terbiye ederek kul hakkına girmekten kurtulabilir. Toplumsal yaşantımızda görülen problemlerin çoğunun sebebi olan hak ihlallerinin önüne geçildiğinde bir çok sorun kendiliğinden ortadan kalkacaktır. O halde bize düşen Peygamberimizin (sav) “Kim kardeşine haksızlık etmişse, onunla helâlleşsin…”(Buhârî, Rikâk, 48) öğüdüne kulak verip bize ait olmayana hiçbir surette el uzatmamak ve her hak sahibine hakkını teslim etmektir.
Günün Fetvası:
Fidye nedir, hangi durumlarda gerekir?
Fidye, bir kimseyi bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtarmak için ödenen bedel demektir. Dinî bir terim olarak fidye, oruç ibadetinin eda edilememesi sebebiyle veya hac ibadetinin edası sırasında işlenen birtakım kusurların giderilmesi için ödenen maddi bedeli ifade eder.
Kur’an-ı Kerimde, “Oruç tutmaya güç yetiremeyenler, bir yoksul doyumu fidye öder.” (Bakara,2/184) buyrulmaktadır. Buna göre ihtiyarlık ve şifa ümidi olmayan bir hastalık sebebiyle oruç tutamayan kimse, daha sonra bu oruçları kaza etme imkânı bulamazsa, her gününe karşılık bir fidye öder (Serahsî, el-Mebsût, 3/100; İbn Kudâme, el-Muğnî, 3/37-39).
Öte yandan Şâfiîlere göre Ramazan ayının kaza borcu herhangi bir mazeret olmaksızın yerine getirilmeden, öteki Ramazan gelecek olursa, kaza borcuna ilaveten bir de fidye ödeme yükümlülüğü ortaya çıkar (Nevevî, el-Mecmû’, 6/364; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, 2/175).
Şâfiî mezhebinde fidye ödeme yükümlüğünün ortaya çıktığı bir diğer mesele de gebe ve emzikli kadınlarla ilgilidir. Emzirme ve hamilelik sebebiyle çocuğunun sağlığı hakkında endişe duyan annelerin, oruç tutamadıkları günleri hem kaza etmeleri hem de fidye vermeleri gerekir. Fakat çocuk hakkında değil de kendileri hakkında endişe ederlerse o zaman sadece kaza gerekir (Nevevî, el-Mecmû’, 6/267).
Hac ve umre ile ilgili görevler yerine getirilirken meydana gelen bazı eksiklikler için uygulanması gereken maddi yaptırım da fidye kapsamına girer (Bakara, 2/196).
Bir fidye, bir kişiyi bir gün doyuracak yiyecek miktarı veya bunun ücretidir. Bu da “sadaka-i fıtır” ile aynı miktarı ifade eder. Bu, fidyenin asgari ölçüsüdür. İmkânı olanların daha fazla vermesi daha iyidir (Bakara, 2/184; Merğînânî, el-Hidâye, 1/124).
SÖZLÜK:
"Aya mahsus" anlamındaki Osmanlıca "mâhiyye" kelimesinin günümüz Türkçesindeki şekli olan mahya, özellikle ramazan aylarında birden fazla minareli camilerin iki minaresi arasına kurulan ışıklı yazı veya resim panosuna verilen addır. Kelimenin bu anlamı kazanmasında, Hz. Peygamber’e salâtü selâm getirilen zikir meclisi manasındaki Arapça mahyâ kelimesi de etkili olmuştur. Çünkü kelimeler arasındaki ses benzerliği yanında “leyletü’l-mahyâ” denilen mübarek gecelerde zikir meclisi kurulan camiler alışılmışın üstünde kandillerle donatılmış, hatta mahya tekniğine benzer usullerle süslenmiştir.
Yedinci cüzde; Maide suresinin son tarafı ve Enam suresinin ilk yarısı bulunmaktadır.
Yedinci cüzde 3 konu (mesaj):
1. HATALARIN BEDELİ
Maide suresinin son tarafı helal gıda ve helal kazanç ile tamamlanmaktadır. Bu arada ayetler bazı hatalar için gerekli olan keffaretleri de açıklamaktadır. Bunlardan birisi yemin keffareti, diğeri de ihramlıyken kara avı yapan kişinin ödeyeceği bedel konusudur (Maide, 5/89, 95). Sonra vasiyet için iki şahit tutma tavsiye edilir (Maide, 5/106-108). Surenin sonunda ise havarilerin, gökten mucize bir sofra (maide) inmesi için Hz. İsa’dan dua etmesini istemeleri ile ilgili bir olay anlatılır. Sonra bir mucize gerçekleşir. Aslında bu ayet ile yeryüzünün tümünün mucize bir sofra (maide) olduğu mesajı verilir.
Aksi Takdirde Kişinin Sonu Dinden Uzaklaşmak, Şirk ve Putperestlik Olabilir.
Maide suresinden sonra Enam suresi gelir. Tek parça halinde inen Mekkî bir suredir. (Bakara, Âl-i İmran, Nisa ve Maide sureleri ise Medenî idi.) Önceki Medenî surelerde bir vahiy toplumu olan Yahudi ve Hristiyanların bozulma süreçleri ve hataları anlatılmıştı. Enam suresinde de aslında bir vahiy toplumu olan ve Hz. İbrahim, İsmail gibi peygamberleri kabul eden Arap cahiliye toplumunun hataları anlatılmakta, nasıl putperest bir toplum haline geldikleri açıklanmaktadır. Surenin başında kainatın ve insanın yaratılışı hatırlatılarak tevhid konusu ve önemi açıklanmaktadır. Sonra cahiliye Araplarının risalet ile ilgili akıldışı talepleri zikredilmektedir. Onlar peygamberin meleklerden gönderilmesini istediler. ‘Eğer yeryüzünde melekler yaşasaydı o zaman melek bir peygamber gönderilirdi.’ şeklinde cevap verildi. Sonra müşriklerin ahiret ve dünya hayatı ile ilgili yanlış görüşleri tenkit edildi.
3. PEYGAMBERİN TEBLİĞ GÖREVİ
Vahyin Rehberliğinde Hataları Düzeltmektir. Bu bölümde Hz. İbrahim (a.s.) örnek verilir. O tevhid inancındaydı. Hz. İbrahim (a.s.)’ın, tevhid inancını ispat için yıldız, ay ve güneş gibi varlıkların Tanrı olamayacağına dair bir sorgulaması aktarılır. Çünkü bunlar yok olan/değişen fani varlıklardır (Enam, 6/74-81). Yıldız, güneş, ay ve diğer varlıkları Allah insan için yarattı (Enam, 6/96-97), ama insanların bir kısmı bu nimetlere şükredecekleri yerde, bunları Tanrı edinerek Allah’a şirk koştular. Şirk gerçekten büyük bir zulümdür (haksızlıktır).
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.