19.04.2023 Çarşamba (28 Ramazan 1444 ) Hazırlayan: Sebahattin GÖKSU / İl Vaizi
Günün Ayeti:
“İnsanı biz yarattık ve elbette içinden geçenleri biliriz; sağında solunda oturmuş iki alıcı (yaptığını) alıp kaydederken biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kâf, 50/16-17)
Günün Hadisi:
“Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar.” (M6543 Müslim, Birr, 34)
Günün Duası:
“Allah’ım! Lütfun, rahmetin, bereketin ve rızkından bana bolca ihsan eyle.” (Hâkim, Deavât, 1868)
Günün Makalesi:
İSLAM’DA GÜZEL AHLAK / Sebahattin GÖKSU / İl Vaizi
Ayet-i kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: "Sen üstün bir ahlâka sahipsin." Kalem, 68/4 Hadis-i şerifte ise Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) bizlere şu hatırlatmada bulunmaktadır: "Kıyâmet günü, mü'minin mizanında güzel ahlâktan daha ağır basan bir şey yoktur. Allah Teâla, çirkin, düşük söz (ve davranış) sahiplerine buğzeder." Tirmizî, Birr, 62
Yüce dinimiz İslam iman, ibadet ve ahlak esaslarını ihtiva eder. Bunlardan birinin eksik olması durumunda kâmil bir müminden bahsetmek oldukça zordur. İslam dinini meyveli bir ağaç gibi düşünecek olursak bu ağacın kök ve gövdesi iman, dalları ve yaprakları ibadet, meyvesi ise güzel ahlaktır. Çünkü güzel ahlak, sağlam iman ve samimi ibadetin neticesidir. Bu gerçekten hareketle ahlaki prensiplere uymak dinin esaslarındandır.
Kur’an-ı Kerim, olgun müminleri, zor günlerde yoksulu doyuran, birbirine hakkı tavsiye eden, Allah’ın koyduğu sınırları aşmayan, kötülüğün gizlisine de açığına da yaklaşmayan, cana kıymayan, ölçü ve tartıda adaleti gözeten, ölçülü konuşan, verdiği sözde duran, insanlara karşı büyüklük taslamayan, verilen emaneti koruyan, özü-sözü bir olan, ana-babaya, akrabaya, komşuya, arkadaşa ve yönetimindekilere güzel davranan kişiler olarak nitelendirir.
Allah’ın kullarına verdiği en hayırlı ve en değerli şey, güzel ahlaktır. Güzel ahlâkı korumak, Yüce Rabbimizin bir emridir. Kainatın en şerefli varlığı olan insan, bu şerefli olma özelliğine uygun olarak bir hayat yaşamakla mükelleftir. Dinimize göre insanların cennete girmelerine en fazla yardımcı olan, Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşımaları ve güzel ahlâk sahibi olmalarıdır. İnsanın güzel ahlaklı ve iyi bir mümin olarak hayatını devam ettirebilmesi için, en güzel örnek olan, ahlakı Kur’an olan Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) güzel ahlakını benimsemesi gerekir. Allah’u Teâla bize sevgili peygamberimizi tanıtırken; onun en güzel huylara sahip olduğunu ve onu kendimize örnek almamızı emreder. Peygamberimiz güzel ahlakı tamamlamak için gönderildiğinden Müslümanların güzel ahlakı ondan öğrenmesi tabiîdir.
Peygamberimizin güzel ahlak ile ilgili hadis-i şerifleri bizler için ibret vericidir. Nevvâs İbnu Sem'an (r.a) anlatıyor: Rasûlullah'a (s.a.v) iyilik ve günah hakkında sordum. Bana şu cevabı verdi: "İyilik (birr), güzel ahlâktır, günah da içini rahatsız eden ve başkasının muttali olmasından korktuğun şeydir. Müslim, Birr, 14
Ebu Hüreyre (r.a) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v) buyurdular ki: "Mü'minler arasında imanca en kâmil olanı, ahlâkça en güzel olanıdır. En hayırlınız da ailesine hayırlı olandır." Tirmizî, Radâ, 11
Sevgili peygamberimizin yüce ahlakını gören müşrikler dahi ona olan hayranlıklarını gizleyememişlerdir. Peygamberimiz asla yalan söylememiş, emanete ihanet etmemiştir. Cömertlik ve infakta her zaman toplumun önünde olmuştur. Müslümanlara güzel ahlakı, yumuşak huyluluğu, güler yüzlü olmayı, insanları hoş görmeyi, insanlarla iyi geçinmeyi, öfkeyi yenmeyi, insanları bağışlamayı, kolaylaştırmayı, zorlaştırmamayı, müjdelemeyi, nefret ettirmemeyi tavsiye etmiş ve buna teşvik etmiştir.
Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimizin ahlakıyla ahlaklanmak, onun izinden gitmek her müminin birinci vazifesidir. Günümüz insanları olarak aramızdaki bozulan ilişkilerimizin yeniden normale dönmesi için güzel ahlaklı olmaya çok ihtiyacımız var. Rabbim yaratılışımızı güzelleştirdiği gibi ahlakımızı da güzel eylesin.
Günün Fetvası:
Sivil toplum kuruluşlarına zekât verilebilir mi?
Zekâtın verileceği yerler, Tevbe sûresinin 60. âyetinde belirlenmiştir. Buna göre zekât, ilke olarak fakirlerin ve ihtiyaç sahibi bireylerin hakkıdır. Bu itibarla, belirli şartları taşıyan müslümanların yükümlü oldukları zekât ve fıtır sadakasının, Kur’an-ı Kerim’de belirlenen yerler dışında herhangi bir yere verilmesi veya cami, köprü, yol, okul, su gibi hayır işlerine sarf edilmesi, Hanefîlerce caiz görülmemiştir. Bu esas gözetilmeksizin zekât niyeti ile yapılan ödemeler zekât yerine geçmez. Zekât, kendilerine zekât verilmesi caiz olan kimselere doğrudan teslim edilebileceği gibi, aracı vasıtası ile de ulaştırılabilir. Bu aracının birey olması ile kurum olması arasında fark yoktur. Buna göre hayır kurumu veya sivil toplum kuruluşu, toplayacağı zekâtları Kur’an’da belirlenen yerlere/fakir ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyorsa aracı konumunda olan bu kuruluşlara zekât emanet edilebilir. Zekâtı hak sahiplerine ulaştırmayıp, inşaat, aydınlatma, büro masrafları gibi genel hizmetleri içinde değerlendirecek olan kuruluşlara ise zekât verilmez. Halka hizmet veren bu gibi kurumların varlıklarını sürdürmeleri için desteklenmeleri önemlidir. Ancak bu, zekât dışında gönüllü yardımlar yolu ile yapılmalıdır. Bunun yanında kamusal ve bireysel denetimler de ihmal edilmemelidir.
Kıssadan Hisse:
Hakkını Ver:
Peygamber Efendimiz Medine’ye hicret ettikten sonra Mekkeli Muhacirler ile Medineli Ensar arasında bir kardeşlik bağı kurmuştu. Birbirine manen kardeş olanlar arasında Selmân el-Fârisî ile Ebu’d-Derdâ da yer alıyordu.
Günün birinde Selmân, kardeşi Ebu’d-Derdâ’yı ziyaret etti. Evine gittiğinde Ebu’d-Derdâ’nın eşini bakımsız elbiseler içinde görünce çok şaşırarak, “Bu ne hâl?” diye sordu. Ümmü’d-Derdâ, kocasının ilgisizliğinden şöyle yakındı: “Kardeşin Ebu’d-Derdâ’nın dünyaya ihtiyacı kalmadı ki!”
Selmân, Ebu’d-Derdâ’nın dünyadan, dünyalıklardan ve ailesinden vazgeçmiş bir şekilde ibadetlere aşırı düşkünlüğünü görünce onu şöyle uyardı: “Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır. Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır. Ailenin senin üzerinde hakkı vardır. Şu hâlde her hak sahibine hakkını ver!”
Sabah olunca Ebu’d-Derdâ Peygamber Efendimize gelerek Selmân ile arasında yaşanan hâdiseyi anlattı. Resûl-i Ekrem (s.a.s.), “Selmân doğru söylemiş.” buyurarak Selmân’ın kardeşine olan uyarılarını takdir etti. (Buhârî, Savm, 51; Tirmizî, Zühd, 63)
SÖZLÜK:
Zekat:
Zekât, dinen zenginlik ölçüsü kabul edilen miktarda (nisap) mala sahip olan kimselerin Allah rızası için muayyen kişilere vermesi gereken belli miktarı ifade eder. Zekâtın farz olması için şartlar; malların nisaba ulaşması yanında nâmî (üreyici/ artıcı) olması, sahip olunduğu andan itibaren üzerinden bir yıl geçmesi, bir yıllık borcundan ve aslî ihtiyaçlardan fazla olmasıdır.
Nisap, zekâtla yükümlü olmak için esas alınan zenginlik ölçüsüdür. Bu ölçü, altında 20 miskal (80.18 gr), devede 5, sığırda 30, koyun ve keçide 40 adettir.
Zekâtın kimlere verileceği Kur’an-ı Kerim’de ayrıntılı şekilde açıklanmış (Tevbe, 9/60), nisabı da hadislerde belirtilmiştir (Buhârî, Zekât, 32, 36, 38, 43). Buna göre temel ihtiyaçları dışında nisap miktarı mala sahip olan kişi diğer şartlar da yerine gelmişse bu mallarının zekâtını vermesi gerekir.
Zekât ibadeti ile ilgili şartlar, zekâtın bir kimseye farz olmasının ve verilen zekâtın geçerli olmasının şartları şeklinde iki ayrı başlık altında ele alınır.
Bir kimseye zekâtın farz olması için o kimsenin müslüman, akıl sağlığı yerinde, ergenlik çağına gelmiş ve hür olması bir yıllık borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla hakikaten ya da hükmen artıcı, yani kazanç sağlayıcı nitelikte “nisap miktarı” mala sahip olması gerekir. Artıcı olmaktan kastedilen, malın sahibine gelir, kâr, fayda temin etmesi yahut kendiliğinden çoğalma ve artma özelliğine sahip bulunmasıdır.
Zekâtın farz olması için ayrıca nisap miktarı mal ya da servete sahip olduktan sonra üzerinden bir kameri yılın geçmesi ve yılsonunda da nisap miktarını koruması gerekir. Yıl içerisindeki artış ve düşüşlere itibar edilmez. Zekât bu süre dolmadan önce de verilebilir.
Zekâtın geçerli olmasının şartlarına gelince, öncelikle “niyet” şarttır. Zekât bir ibadet olduğu için niyetsiz yerine getirilemez. Ayrıca fakire verilmesi ve teslimi demek olan “temlik” de şarttır. Yemek hazırlayıp yedirmek gibi ibâha denilen yollarla fakire zekât verilmiş olmaz.
Yirmi sekizinci cüzde öne çıkan üç mesaj:
1. HAKKIN KORUNMASI
İlk sureler olan Mücadele, Haşr ve Mümtehine’de hakkın korunması için mücadele ve çözüm yolları aktarılmaktadır.
Mücadele suresinde, zıhar yapan kocasından ayrılmaması/boşanmaması gerektiğine dair Hz. Peygamber ile tartışan bir sahabi kadın örneği üzerinden hak arayışı ve hakkın korunması mesajı verilir.
Zıhar, cahiliye döneminde boşanma sebebi sayılırken, İslam döneminde bu olaydan sonra hükmü değişti ve Mücadele suresinde zıharın yemin olduğu açıklandı. Ancak ağır bir yemin olduğu için keffareti de farklıydı. Zıhar yapan kişi eşine dönmek isterse 2 ay (60 gün) peş peşe oruç tutmalı, oruca gücü yetmeyen ise 60 fakiri sabahlı akşamlı doyurmalı/fidye vermelidir. Bunları yerine getirdikten sonra eşine yaklaşabilir (Mücâdele, 58/1-13).
Haşr suresinde, Medine’deki ilk toplu Yahudi isyanı (Haşr) ve buna karşı yapılan sefer ve savaş, elde edilen ganimetler ve bunların dağıtılması konuları anlatılmaktadır (Haşr, 59/1-10). (Bu surenin doğru anlaşılması için öncelikle bir siyer kitabından Beni Nadîr savaşı okunmalıdır.) Surede Yahudileri kandıran ve ayaklandıran münafıkların; mağlubiyet ortaya çıkınca onları yalnız bırakmaları ve yardıma gelmemeleri durumu da, şeytanın ahirette kandırdıklarını/yandaşlarını yalnız bırakması ve yardıma gelmemesine benzetilmektedir (Haşr, 59/11-17).
Son 3 ayet (Hüvallahüllezi) ile de tevhid inancı özetlenmekte ve bu konuda bir bilinç eğitimi verilmektedir. Allah; zatı ve sıfatları ile eşsiz ve benzersizdir, en güzel isimler O’na aittir (Haşr, 59/22-24).
Daha sonra Mümtehine suresinde, hicret eden kadınların durumları anlatılmakta, onların aile ve sosyal hayatla ilgili problemlerine çözümler getirilmekte ve hayatın bir imtihan olduğu mesajı verilmektedir (Mümtehine, 60/10-13).
2. HAKTA BİRLEŞMEK
Bu cüzdeki ikinci grup sureler; Saff ve Cuma olup söz konusu sureler birlik ve beraberlik mesajları taşımaktadır. Müslümanlara, düşmanlarına karşı Allah yolunda (birbirlerine duvarlar gibi kenetlenmiş saflar halinde) savaşmaları emredilmektedir. (Saf, 61/4 ve 11). Sonra Allah ve Resûlü’nün dinine itaat etmemiz, bu dava için çalışarak Allah’ın ensar kulları olmamız istenmektedir (Saf, 61/9-14).
Sonraki Cuma suresinde de Kur’an’ı okuyup, anlayıp hayatı ona göre yaşama sorumluluğu anlatılır ve Yahudiler gibi sorumluluktan kaçılmaması gerektiği bize (yeniden) hatırlatılır (Cuma, 62/5-8). Daha sonra Cuma namazına çağrı, peygamberi dinlemek ve itaat konuları ile sure tamamlanır. Cuma namazı İslam’da birleşmenin sembolüdür (Cuma, 62/9-11).
3. HAKTAN AYRILMAMAK
Bu cüzdeki üçüncü grup sureler ise; Münafikûn, Teğabün, Talak ve Tahrim’dir. Bunların hepsi ayrılık problemleri üzerine yoğunlaşmaktadır. Münafikûn suresinde, İslam toplumundan ayrılan ve kendilerini gizleyip Müslüman gösteren kişilere karşı dikkatli olunması mesajı verilmekte, münafıkların önemli vasıfları açıklanarak âdeta deşifre edilmektedir (Münâfikûn, 63/1-8).
Sure müminlere önemli tavsiyelerle sona erer (Münâfikûn, 63/9-11). Bundan sonra Teğabün suresinde, kıyametteki büyük toplanma gününün (yevmü’l-cem’in), aslında dünyevi aldanmaların ortaya çıktığı gün (yevmü’t-teğâbün) olduğu açıklanır.
Dünyada kim Allah’a iman edip güzel (salih) işler yaptıysa, ahirette Allah o kişinin kötülüklerini örter ve cennete koyar (Tegâbün, 64/9).
Sure müminlere bazı önemli tavsiyelerle tamamlanır. Mallarınız, eşleriniz ve çocuklarınız sizin için birer imtihan vesilesidir. Dikkat edin, dünya sizi aldatmasın (Tegâbün, 64/12-18).
Sonraki Talak suresinde ise, boşanma adabı anlatılır. Allah gereksiz yere boşanan, zevkine düşkün erkek ve kadınları sevmez, mesajı verilir. Kadınların adet sırasında boşanmaması, temizlik döneminin beklenmesi emredilir. Adet sırasında boşamak haramdır. Ayrıca birden fazla talak ile de boşamak haramdır. (Bu iki harama Müslümanlar dikkat etmelidir.) Sünnete uygun olan boşama; ihtiyaç anında, ilişkiye girilmemiş temizlik döneminde bir talak ile boşamaktır (Talâk, 65/1-2).
Sonra kadın iddet bekler: a. Hayız gören kadınlar, 3 hayız süresince,
b. Hayızdan kesilen ve menopoz döneminde olanlar 3 ay,
c. Hamile olanlar da doğum yapıncaya kadar iddet beklerler. İddet bitince başkasıyla evlenebilirler (Talâk, 65/3-7).
Bu cüzün son suresi ise Tahrim suresidir. Burada Allah ve Resûlüne itaat emredilir ve Peygambere eziyet edilmemesi istenir. Özellikle Hz. Peygamber’in eşlerine, dikkatli olmaları emredilir. Çünkü onlar müminlerin anneleridir ve diğer mümin kadınlara da örnek olacak bir hayat yaşamaları gerekir. Bu bağlamda kendilerine tarihte yaşamış iki saliha ve iki kâfire/fasıka olan 4 kadın örnek verilir. Ya güzel bir hayat yaşayıp Firavun’un karısı Asiye ve İmran’ın kızı Meryem gibi cennetlik olacaksınız ya da Hz. Nuh ve Lut’un hanımları gibi cehennemlik olabilirsiniz mesajı verilir. Eşler birbirlerine iyi davranmalı ve müsamahalı olmalılar ki dünya ve ahiretleri cennet olsun (Tahrîm, 66/10-12).
ÖRNEK ŞAHSİYET: