Manisa İl Müftülüğü 2022 Ramazan Sayfası Hazırlayan: Sebahattin GÖKSU / İl Vaizi
28.04.2022 Perşembe (27 Ramazan 1443)
Günün Ayeti:
Bir gün gelecek yer başka yere, gökler de başka göklere dönüştürülecek, insanlar gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah'ın huzuruna çıkacaklardır. (İbrahim, 14/48)
Günün Hadisi:
Münafığın üç alameti vardır: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz ve kendisine bir şey emanet edilince ona hıyanet eder. (Buhârî, 'Îmân', 24; Müslim, 'Îmân', 107)
Günün Duası:
Allah'ım! İşlerimin ölçüsü olan imanımı ıslah eyle. Yaşamımı sürdürdüğüm dünyamı iyi bir yer eyle. Dönüş yerim olan ahiretimi benim için iyi bir yer eyle. (Müslim, 'Zikir', 71)
Günün Makalesi: BİZLERİ DEĞERLİ KILAN PAYE: DUA / Erdal AKDENİZ / Akhisar Cezaevi Vaizi Cenab-ı Hak karşısında insanı değerli kılan, kulluğun göstergesi sayılan ve hayata anlam katan ibadetlerin başında dua gelir. Sözlükte çağırmak, yardım talep etmek, yalvarmak, sığınmak, nida gibi manalara gelen dua, terim olarak; kulun samimi ve içten bir şekilde Allah’a sığınmasını ve yakarışını, Allah’ın yüceliği karşısında zayıflığını ve acizliğini itiraf etmesini, sevgi ve tazim duyguları içerisinde O’nun lütfunu, yardımını ve affını dilemesini ifade eder. Dua, Yüce Allah’ın büyüklüğünü dile getirme, O’na yalvarma, hamdetme, şükretme, O’nu övme ve aynı zamanda Allah’a karşı sevgi ve saygı sunma ifadesidir. Yine dua; kul ile sonsuz güç ve kudret sahibi Yüce Yaratıcı arasında kurulan manevi bir bağdır, dertlerin devası ve gönüllerin şifasıdır. Hz. Peygamber’in, “Allah Teâlâ katında duadan daha kıymetli bir şey yoktur.”(Tirmizî, Deavât, 1) ifadesi, bu ibadetin önemini göstermesi açısından dikkat çekicidir. Yine Peygamber Efendimiz (s.a.s) dua ile ilgili olarak,“Dua ibadetin özüdür.” buyurmuş, başka bir rivayete göre ise,“Dua ibadetin ta kendisidir.” dedikten sonra şu ayeti okumuştur: “Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin ki duanıza icabet edeyim. Bana kulluk etmeyi kibirlerine yediremeyenler aşağılanmış hâlde cehenneme gireceklerdir.”MÜ’MİN,40/60 Sonsuz güç ve kudret sahibi olan Yüce Rabbimiz, “Bana dua edin ki, duanıza icabet edeyim.” ayetiyle biz kullarını kendisine davet eder. Yine O, “(Resûlüm!) De ki: (Kulluk ve) yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?” FURKAN, 25/77 ayetiyle de, yaratılış gayelerini kullarına hatırlatır. Böylece kendisine kulluk için yarattığı insandan, kulluğunu göstermesini ister. Kulluğun özü ise duadır. Kulun dua ile Allah’a yönelmesi, aslında O’nu hakkıyla tanımaya çalıştığı ve tazim ettiği anlamına gelir. Yüce Yaratıcının isteği de zaten bu değil midir? Kulun Allah karşısında haddini ve konumunu bilmesi, O’nun büyüklüğü karşısında sevgi ve saygı ile boyun eğmesi... Belki de bu aczi somut olarak dillendirdiği için dua, kulluğun ve ibadetin özü sayılmıştır. Bu yönüyle dua, Allah ile kul arasında bir diyalog geliştirmek, bir iletişim kurmaktır. Bu iletişim esnasında kul, kendini yaratan Rabbine samimi şekilde hâlini arz eder; acizliğini, güçsüzlüğünü dile getirir; bunun karşısında o yüce makamdan yardım, bağış, af, merhamet, güç ve destek ister. Böylece O’na olan bağlılığını, teslimiyetini ve samimiyetini gösterir. Allah, duaya ihtiyacı olmadığını düşünen, kendini dua etmekten müstağni gören ve Rabbi ile iletişimini sağlayan duayı terk eden insandan hoşnut değildir. Zira bu tutum, Yaratan karşısında kibirlenmenin ifadesidir. İnsan ve Allah arasındaki bu iletişim herhangi bir zaman ve mekânla sınırlanamaz. İnsan, her an ve her durumda dua edebilir. “Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” AL-İ İMRAN, 3/191 âyeti bu gerçeği ifade eder. İnsan, hayatı boyunca üstesinden gelemeyeceği birçok şeyle karşılaşır; öfke, keder, sıkıntı, korku, âcizlik, yalnızlık ve ümitsizlik gibi hâller yaşar. Özellikle zorlandığı zamanlarda Allah’a dua etme ihtiyacı hisseder. Zira Yüce Allah’ın duayı kabul edeceği ümidi, dua edenin üzüntü ve kederini hafifletir; ona dayanma gücü ve sabır verir. Dolayısıyla insan sıkıntılı durumlarda Rabbine yönelmeli ve O’na dua etmelidir. Bu sıkıntılar karşısında dua, Resûlullah’ın da buyurduğu üzere, “müminin silahı” konumundadır.
Ancak Allah, insanların sadece sıkıntıya düştüklerinde dua etmelerini istemez. O, varlıkta ve yoklukta, sıkıntıda ve rahat zamanlarında da kulunun yakarışını duymak ister. Sadece darda kaldığı anlarda Allah’ı hatırlayarak dua eden kimse, “İnsana bir nimet verdiğimiz zaman (bizden) yüz çevirir ve yan çizer. Fakat ona bir kötülük dokunduğu zaman da yalvarmaya koyulur.” Fussilet, 41/51 ifadeleriyle Kur’an-ı Kerîm’de kınanır. İnsanoğlu, her an Allah’a muhtaç olduğunun, O’nunla kurduğu bağı her an sağlam ve taze tutması gerektiğinin şuurunda olmalıdır. Nitekim Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: “Sıkıntılı ve ıstıraplı anlarda duasının Allah tarafından kabul edilmesi her kimi sevindirirse, bolluk ve ferahlık zamanlarında duasını çoğaltsın.” Tirmizî, Deavât, 9 İyi gününde şükreden, eline geçen nimeti O’nun rızasına uygun biçimde kullanabilmek için Rabbine dua eden kul, bolluk ve refah içinde de Yaratıcısına bağlılığını ve sadakatini göstermiş olur. Dolayısıyla insan her daim ve durumda Rabbine dua etmelidir. Dinimizde duanın yasak olduğu bir zaman yoktur. Aksine, âyet ve hadislerde bazı vakit ve durumlarda yapılan duaların daha makbul olduğu belirtilmiştir. Bu vakitler, kulun Rabbine daha yakın olacağı özel zamanlardır. İnsan, hayatını duayla anlamlandırmalı, duasız bir hayatın Allah katında değeri olmadığını bilerek varlığına değer katmak, hayatını anlamlı kılmak ve Allah katında bir hoşnutluk bulmak için dua etmelidir. Yapılan dua ve niyaz gönülden, gizlice ve alçak sesle, günahlara pişmanlık duyularak, kıbleye yönelerek ve Allah’ın adıyla başlanarak yapılmalı, dua esnasında dini şuur yoğunlaştırılmalı, kabulü için acele edilmemelidir. Duanın kabul edileceğine inanılarak ısrarla duaya devam edilmelidir. Ayrıca isteğini Allah’a arz etmeden önce Allah’a hamd, Peygamberine de salât-ü selâm getirilmelidir. Kur’an’daki dua ayetleriyle ya da selef-i sâlihinden nakledilen dualarla Rabbimize niyazda bulunmak mümkün olduğu gibi, içimizden geldiğince, kendi dilimizle ve kendi hislerimizi ortaya koyarak dua etmek de mümkündür. En güzeli ise, her işte olduğu gibi dua ederken de Peygamber Efendimizi örnek almak, onun öğrettiği dua adabına uyarak, onun dilinden dökülen cümlelerle Allah’a yalvarmaktır. Allah Resulü bir duasında Rabbine şöyle yalvarır: “Allahım! Günahımı, bilgisizliğimin sonucu olarak yaptıklarımı, haddimi aşarak işlediklerimi ve benden daha iyi bildiğin bütün kusurlarımı bağışla! Allah'ım! Ciddi ve şaka yollu yaptıklarımı, yanlışlıkla ve bilerek işlediğim günahlarımı affeyle! Bütün bu kusurların bende bulunduğunu itiraf ederim. Allah'ım! Şimdiye kadar yaptığım ve bundan sonra yapacağım, gizlediğim ve açığa vurduğum, benden daha iyi bildiğin günahlarımı affeyle! Öne geçiren de sensin, geride bırakan da sensin. Ve senin gücün her şeye yeter.” Müslim, Zikir, 70 Hülasa dua; sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi bir varlıkla ile kurduğu bir köprü, bir diyalogdur. Dua, maddi-mânevî dertlerin devası, gönüllerin sefasıdır. Bu vesileyle biz muhtaç ve günahkâr kullar için rahmet, mağfiret ve ebedi azaptan kurtuluşa vesile olan bu mübarek ayda Rabbimiz dilimizden dökülen bütün dualarımızı, gönlümüzden geçen güzel temennilerimizi en güzel şekilde kabul eylesin. Bizleri her daim sadece kendisine yalvarıp yakaran, duayı hayatın bir parçası haline getiren, her koşulda duaya duran ve duayla yükselen dua ehli kullarından eylesin. Sağlık, sıhhat ve afiyet içerisinde sevdiklerimizle Bayram sabahına kavuşma temennisiyle…
Günün Fetvası:
Dua-kader ilişkisi nedir, duanın eceli değiştirdiği, belaları uzaklaştırdığı sözü ne anlama gelmektedir? Duanın sonuç doğuracak bir sebep olarak görülmesi, konunun kaderle ilişkisini akla getirmektedir. Tabiat olayları, sünnetullah denilen ilâhî kanunlara uygun olarak meydana gelmektedir. Başka bir deyişle tabiatta ortaya çıkan her olayın mutlaka bir sebebi vardır. İnsanın fiilleri de aynı şekilde bir sebep-sonuç ilişkisi içinde cereyan etmektedir. Sebebi ve o sebebe bağlı olarak ortaya çıkan sonucu yaratan Allah’tır (En’âm, 6/17; Yûnus, 10/107).
Dua takdirin bir parçasıdır. Hadislerde duanın belaları def edeceğine (Tirmizî, Kader, 6; Taberânî, ed-Du‘â, s. 31-32; Beyhakî, Şu‘abü’l-îmân, V, 184) işaret edilse de, ezelde duaya bağlı olarak takdir edilmiş şeyler yine dua ile meydana gelecektir. Allah, ezelî ilmiyle kulun yapacağı duayı bildiği için kaderini ona göre şekillendirmektedir. Dolayısıyla dua, diğer sebepler gibi bir sebeptir. Başka bir ifadeyle dua sonucunda bir değişikliğin olmasını Allah dilemişse bu değişiklik, tabii sebep-sonuç ilişkisi içinde hayır veya şer olarak ortaya çıkmaktadır. Dua, kulluğun gereğidir. Yoksa dua, Allah’ın meydana geleceğini ezelde takdir ettiği şeyin gerçekleşmesini önlemesi, takdir etmediği şeyin meydana gelmesini sağlaması için yapılan bir amel değildir. Ayrıca duadan maksat, Allah’ın bilmediği şeyi ona hatırlatma anlamını asla taşımaz. Dua, kişinin kulluğunu göstermesi, aczini ve ihtiyacını Allah’a arz etmesidir.
Esma-ü’l-Hüsna:
Mukaddim; istediğini öne alan, ileri geçiren demektir. Sözlükte “öne geçmek, önde bulunmak” anlamındaki kadm (kudûm) kökünün tef‘îl kalıbından türemiş bir sıfat olan mukaddim “öne geçiren, öne alan” demektir. Allah’a nisbet edildiğinde “dilediği şeyi öne alan, önde bulunduran” mânasına gelir. Muahhir; İstediğini geri koyan, arkaya bırakan demektir. Allah Teâlâ, hikmeti gereği geri bırakılması gerekenleri geri bırakır. “Mukaddim” ismi ile “Muahhir” ismi beraber değerlendirilmelidir. Bazen Allah Teâlâ, kulların istediklerini bir hikmeti gereği geri bırakır. İmtihan dünyasında olduğumuzu unutmamamız gerekir.
Evvel; ilk; varlığının başlangıcı olmayan demektir. Allah Teâlâ, bütün varlıklardan öncedir. Varlığının bir evveli, başlangıcı yoktur. O, kadîmdir, ezelîdir. Varlığı kendi zâtıyladır. Bütün varlıklar varlığını O’ndan almaktadır. Yaratmayı başlatan O’dur. “Evvel” ismini “Âhir” ismiyle beraber değerlendirmelidir.
Âhir; varlığının sonu olmayan demektir.“Son” mânasına gelen âhir, esmâ-i hüsnâdan biri olarak Kur’an’da bir âyette geçer ve “ilk” mânasındaki evvel ile birlikte Allah’a nisbet edilir (bk. el-Hadîd 57/3). Âhir kelimesi, “Allahım! Sen evvelsin, senden önce hiçbir şey yoktur ve sen âhirsin, senden sonra da hiçbir şey yoktur” (Müslim, “Ẕikir”, 61; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 109) anlamındaki sözlerle başlayan Hz. Peygamber’in bir münâcâtında da esmâ-i hüsnâdan biri olarak kullanılmıştır. “İlk”, varlığın (vücûd) ve dolayısıyla zamanın geriye doğru, “son” ise ileriye doğru uzanmasıdır. Bu kavramlar Allah’a nisbet edildiğinde evvel “varlığının başlangıcı olmayan” yani “ezelî olan”, âhir de “varlığının sonu olmayan” yani “ebedî” mânasına gelir.
Ramazan Sözlüğü:
EFAL-İ MÜKELLEFİN:
Yükümlülük sahibi olanların yaptıkları işler, fiiller. Ef`âl 'fiil', mükellefin de 'mükellef' kelimesinin çoğuludur. 'Teklif' mastarından türetilmiş olan bu kelime 'yükümlülük sahibi kişi' anlamındadır. Şer`i ıstılahta: 'İslâmî emir ve yasakların muhatabı olan ve bunlara uymakla yükümlü bulunan kimse' demektir. Bu terkip 'yükümlülerin fiilleri' diye Türkçeleştirilebilirse de fıkıh ıstılahında 'yükümlülerin fiillerinin şer`î hükümleri' anlamında kullanılmıştır. Ef`âl-i mükellefin sekiz tanedir: Farz, vâcib, sünnet, müstehab, mübah, haram, mekruh ve müfsid. Bu taksim Hanefi hukukçularına göredir. Sonuç olarak akıllı ve ergenlik çağına gelmiş olan her mü`minin günlük hayatta yapmış olduğu fiiller yukarda açıkladığımız sekiz maddeden birisine girer. Meselâ; meşru yoldan kazanç elde etmek helâl; rüşvet almak haram, ihtiyaç halinde karz-ı hasen almak mübah (câiz); muhtâca ödünç para vermek mendub; borcunu ödemek farz; sıkıntıda olan borçluya genişlik zamanına kadar süre vermek vâcibdir. Dinin emir ve yasaklarını öğrenmek her müslüman kadın ve erkeğe farz-ı ayn; başkalarına fayda verecek derecede ilim öğrenmek farz-ı kifâye; şer`î ilimlerde ihtisas sahibi olmak mendub; övünmek için öğrenmek mekruhtur. Satım akdinin gerektirmediği ve taraflardan yalnız birisinin yararına olân bir şârt müfsid ve böyle bir akid fâsittir. Her insan gücü dâhilindeki fiilleri yapmakla mükelleftir. KISSADAN HİSSE
Sebat Eden Başarıya Ulaşır
Murat’ın tek hayali çok ünlü bir judocu olmaktır. Fakat ailesi onun okul başarısını olumsuz etkileyecek bir uğraşı olsun istemez. Bir gün talihsiz bir kaza sonucu Murat sol kolunu kaybeder. Ailesi moralinin bozuk olduğunu görünce ona bir judo hocası tutar. Hoca ilk derste Murat’a karşısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurmayı gösterir. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep aynı hareketi çalışırlar.
Murat bir gün hocasına “Hocam ben çok sıkıldım, artık başka hareketlere geçsek.” der. Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyler. Murat o kadar hızlanır ki bu hareketle hocasına üstünlük sağlayacak duruma gelir. Bir gün hoca elinde bir kâğıtla gelir. Kâğıtta Murat’ın gençler karate müsabakasına katılabileceği yazmaktadır. Murat çok şaşırır “Hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum, kesin kaybederim.” der. Hocası ise “Sen sadece bildiğini yap.” cevabını verir. Murat’ın müsabakaya katılacağını duyanların büyük bir kısmı başarısız olacağını düşünür. Hatta bunu Murat’ın yüzüne söyleyenler de olur. Ümitsizliğe kapılsa da çalışmalarına ara vermeyen Murat, tek hareketle finale kadar yükselir, son rakibini de yenerek şampiyon olur.
Sevinçle hocasının yanına koşar ve “Hocam nasıl olur, anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum.” der. Hocası çocuğa bakar ve der ki “Senin yaptığın hareket bu spordaki en zor hareketlerden biridir ve bunun bir tek savunması vardır: O da rakibin sol kolunu tutmak.”